İdea Yayınevi / Okumalar
site haritası  
 

Harper Lee

Bülbülü Öldürmek (To Kill a Mocking Bird) Harper Lee'nin yayınlanmış tek yapıtıdır. Roman yalın bir dil ile, sürükleyici bir kurgu ile Scout ve Jem adında iki çocuğun diri ve meraklı gözlerinden modern toplumun çarpıklıklarını ve saçmalıklarını anlatır. Sıradan bir kasabanın sıradan insanlarını bu iki çocuğun bakış açısından ve korkusuz yargıları ile anlatan Harper Lee yine de bir gözlem-romanından çok daha ötesini yazmıştır. Amacı yalnızca toplumsal bir olguyu (ırkçılık) çözümlemek ve bunu çocukluğun yalın uslamlamaları ile yapmak değildir ki yapıtın en çarpıcı yanlarından birinin bu olduğu yine de rahatlıkla söylenebilir.

İlk sayfasından başlayarak Bülbülü Öldürmek bunun çok ötesinde bir erek taşır. Sevgi. İnsanlar arasındaki tüm ilişkileri ve tüm dönüşümleri bu duygu ya da bu duygudan yoksunluk yönlendirir. Dünya sevgi ile döner ve sevginin bittiği yerde (ki yazarın söylediği gibi burası "can sıkıntısının" başladığı yerdir) yaşanacak, anlatılacak hiçbir şey kalmaz geriye.

Yapıt bugüne dek milyonlarca, büyük olasılıkla yüz milyonun üzerinde insan tarafından okunmuştur (eminiz ki bir çoğu tarafından birkaç kez). Kitabın oldukça berbat bir Türkçe çevirisi bulunduğundan (çevirmen anlamadığı yerleri ki bunların sayısı oldukça çoktur ne yazık ki çevirmek yerine kendisi yazmış görünür), ve buna karşın yazar onu oldukça akıcı ve yalın bir İngilizce ile kaleme aldığından, daha iyi bir Türkçe çevirisi yapılıncaya dek bundan yararlanmanızı önerebiliriz.

Aşağıdaki makale yazarın roman dışında yazdığı üç makaleden biridir. Öteki ikisine ulaşmak için *buraya* tıklayabilisiniz.

HARPER LEE

Çeviren Diren Yardımlı

YILLAR ÖNCE Hanover hanedanının yaşlıca bir üyesi, birdenbire İngiltere tahtına bir varis sağlama görevinin kendisine ve kardeşlerine verildiğini öğrenince, endişesini arkadaşı Thomas Creevey'e açtı: "...Madame St. Laurent'le birlikte yaşamımızın yirmi yedinci yılındayız şimdi; aynı yaştayız ve her koşulda ve her tür zorluğu birlikte yaşadık, ve ondan ayrılmanın bende yol açacağı sızıyı rahatlıkla imgeleyebilirsin ... ve açıkça söylüyorum, bana bir evlilik dayatılırsa onun başına gelecekleri bilemiyorum..."

Kent Dükünün içinde bulunduğu kötü durumu ilginç bulan Mr. Creevey, olayı günlüğüne geçirdi ve böylelikle bizim için zaman-ötesi bir bildirgeyi saklamış oldu. Bunu yazan insan aşırı ölçüde parlak değildi, ne de dikkate değer bir yaşamı vardı, yine de yüreğinden gelen çığlığını anımsarız ve insanlığa yaptığı en büyük hizmetini unutma eğilimini gösteririz; bu adam Kraliçe Victoria'nın babasıydı.

Kent Dükü bize neyi anlattı? İki insanın gönüllü bir temelle yaşamlarını neredeyse otuz yıldır paylaştıklarını —ki kendinde olağanüstü bir başarıdır; yakın ilişkinin sancılarının ve sıkıntılarının üstesinden gelebildiklerini; yaşamın baskılarını ve düşkırıklıklarını birlikte karşıladıklarını; birinin ötekinden ayrılma olasılığının ıstırabını çektiğini. Tek bir minnetar tümceyle, Kent Dükü, bir erkeğin bir kadına duyduğu sevgi üzerine söylenecek ne varsa söylemiş oldu.

Ve bunları söyleyerek, bize sevginin kendisi üzerine de pekçok şeyi anlatır. Sevginin tek bir türü vardır — sevgi. Ama sevginin değişik belirişleri sayısızdır:

Alışılmadık bir gece patırtısıyla anne yatağından fırlayacak ve evinin her köşesinin endişesinin çevresini güvenle örttüğüne emin oluncaya dek geri dönmeyecektir. Bir adam bir jetin gökyüzünde bıraktığı tırtıl izlerini gözlemek için başını golf oyunundan kaldırır. Bir ev kadını, kente inmeden önce, komşusuna mağazadan birşey isteyip istemediğini öğrenemek için çabucak telefon eder. Bunlar içimizdeki bir gücün belirişleridirler, ve bu güce zorunlu olarak tanrısal dememiz gerekir çünkü bir insan icadı değildir.

Sevgi nedir? Birçok şey sevgidir-gerçekten de sevgi acımada, şefkatte, romansta ve sevecenlikte vardır. Kent Dükünün bildiriminin bir sevgi bildirgesi olmasını, ve yaşamımızın her gününde, ikinci bir kez üzerinde durmadan, küçük sevgi davranışları göstermemizi sağlayan şey, kendini ancak yokluğuyla gösteren bir öğedir. Eğer bulunsaydı, Kent Dükü metresini umursamadan terkerdi; başının üstünde kırılan ses duvarı anneyi ayağa kaldırmazdı; topu deliğe sokmak golf oynayan kişinin birincil amacı olurdu; ev kadını komşusunu aklının ucundan bile geçirmeyerek dosdoğru mağazanın yolunu tutardı. Bir şey sevgiyi tanımlar ve onu benzer duygulardan ayırır: sevgi 'ben'i kabul etmez.

İçimizden çok azı şefkate ulaşır; kimilerimiz için romans bir sözcüktür; bir çoğumuzda sevecenlik duyma yeteneği çoktan ölmüştür; ama hepimiz zaman zaman-ister bir anlık olsun, isterse yaşamımız boyunca- kendimizden uzaklaşmışızdır: birşeyi ya da birini sevmişizdir. Sevgi, bu durumda bir paradokstur: ona sahip olmak için, onu vermeliyiz. Sevgi geçişsiz birşey değildir — sevgi anlığın ve bedenin doğrudan bir eylemidir.

Sevgisiz yaşam anlamsız ve tehlikelidir. İnsanoğlu Venüs'e doğru yoldadır, ama yine de kendi karısıyla birlikte yaşamayı öğrenmemiştir. İnsanoğlu yaşam süresini uzatmayı başarmıştır, yine de bir çırpıda altı milyon kardeşini birden ortadan kaldırır. İnsanoğlunun şimdi elinde kendini ve gezegenini yokedecek gücü vardır: ve hiç kuşkunuz olmasın, yokedecektir —sevmeye son verecek olursa.

Sevginin önüne en sık çıkan engeller hırs, haset, gurur ve eskiden günah olarak bilinen dört başka dürtüdür. Biri daha vardır ki eşit ölçüde tehlikelidir: cansıkıntısı. Yaşamda çok az heyecan bulabilen ruh ölmekte olan bir ruhtur; dünyada ona çekici gelen birşey bulamayan ruh ölüdür, ve ona ev sahipliği yapan beden de ölü sayılabilir, çünkü beş duyunun onlardan hiçbir haz alamayan bir ruha ne yararı dokunabilir?

Sonunda sevmesi ya da kendini yoketmesi gerektiğini anlayan insanoğlu her zamanki yolunu izleyerek onun için bir bilim geliştirmeye çabalamaktadır. Ruhçözümlemenin en son amacı, kendine özgü semantiği bir yana atıldıktan sonra, insanı sinircelerinden kurtarıp sevmesini sağlamaktır, ve insanın sevebilme yeteneği içeriye, kendi üzerine dönen itkilerden özgürleşmesinin derecesiyle ölçülür. Bir mantarın akıntının dibine bastırılması gibi, sevgi de ben tarafından hapsedilebilir: 'ben'i kaldırın, sevgi insanın varlığının yüzeyine yükselir.

Sevgiyle, herşey olanaklıdır.

Sevgi onarır. Sevginin iyileştirme gücü üzerine birçok öykü duymuşuzdur, ve onlardan kuşkuya düşeriz, çünkü insanız ve bu yüzden anlayamadığımız ve açıklayamadığımız şeylerin varoluşlarını reddetmeye yatkınızdır. Ama şu öykü gerçektir:

Bir Ağustos akşamı, Güney'de minik bir hastanede ölüm döşeğinde yaşlı bir adam yatıyordu. Ailesi çağrılmıştı, ve aralarında bir de en büyük torunu olan onaltı yaşındaki bir delikanlı vardı. Delikanlı ve dedesi arasında erkekler arasında sıkça görülen tuhaf ve neredeyse sözsüz bir ilişki vardı. Gün boyunca çocuk tek bir söz söylemedi. Konuşamıyordu sanki. Hastane lobisinde ailesinin geri kalanıyla yaşlı adamın ölmesini beklemedi; bunu yapmaktansa kendine bir iskemle buldu ve bütün gün koridorda , hastanenin rutin koşuşturmalarını dikkate almadan dedesinin kapısının yanına kuruldu. Akşamın geç bir saatinde aile doktoru delikanlıyı hala orada sessizce otururken buldu. Ona, "Eve git oğlum. Deden için yapabileceğin hiçbir şey yok," dedi. Delikanlı onunla ilgilenmedi, doktor odaya girdi. Kısa bir süre sonra şaşkınlık içinde dışarı çıktı. "Şey ... oğlum," dedi. Delikanlı başını kaldırdı. "Yiyecek birşeyler istiyor. Daha iyi." Delikanlı herhangi bir hayret belirtisi göstermeden başını salladı: "Acıkma vaktinin geldiğini tahmin ediyordum," dedi. Bu o günkü ilk konuşmasıydı. İskemleyi kaldırdı ve aldığı yere geri koydu, ve koridor boyunca leylek gibi yapısıyla gerinip esneyerek yürümeye başladı. "Nereye gidiyorsun, oğlum?" diye peşinden seslendi doktor. "Bir hamburger almaya," diye yanıtladı delikanlı. "Hamburger sever."

Duyu-ötesi algının yeterli hiçbir açıklaması yoktur-vardır, o kadar. Yaşlı adamın iyileşmesinin mantıklı hiçbir açıklaması yoktu-oldu, o kadar. Olsa olsa merak edebiliriz.

Sevgi dönüştürür. Niye arayıp da İncil'de ya da Shakespeare'de bulamadığımız günlük olaylar çoğunlukla Don Kişot'da karşımıza çıkarlar? Çünkü Cervantes, katıksız bir yaşam sevgisiyle, yaşamın ince ayrıntılarını ölümsüzleştirmiştir. Niye her satırını tanısak da "Messiah" çalmaya başlayınca durup dinlemek zorunda kalırız? Çünkü her notası bir insanın Tanrı sevgisinden doğmuştur, ve onu işitiriz. Şu deneyi bir yapın: barok müzikten tiksinen birini yakalayın (başarabilirseniz eğer); ona Semele'nin herhangi bir bölümünü çalın, ve oturup nezaketen gösterdiği dikkatinin kaçınılmaz bir dikkate dönüşümünü izleyin —tutsağınızın Handel'in tutsağı oluşunu izleyin. Açgözlülük hiçbir zaman iyi bir roman yazmadı; nefret "Venüs'ün Doğuşu"nu çizmedi; ne de haset bize hipotenüsün karesinin iki kenarın karelerinin toplamına eşit olduğunu gösterdi. Zamanın vuruşlarına dayanan insan usunun tüm yaratıları sevgiden doğmuştu — birşeye ya da birine duyulan sevgiden. Matematiği bile sevmek olanaklıdır.

İnsanlık tarihi sevginin gücüne sayısız tanıklığı barındırır, ama hiç biri başka bakımlardan huysuz olan St. Paul'un kendini sevgi konusuna verdiği zaman uğradığı dönüşüme değinmez: sevginin kendisi üzerine yazdı, St. Paul, ve bize bir tansık sundu. Dinleyin:

"İnsanların ve meleklerin dilleriyle konuşsam da, merhametim yoksa çınlayan bir borazan ya da çıngırdayan bir zil gibiyimdir."

"Ve kehanette bulunma ve tüm gizemleri ve tüm bilgiyi anlama yeteneğine sahip olsam da; ve dağları yerinden oynatabilecek tüm inanca sahip olsam da, merhametim yoksa, bir hiçimdir ..."

St. Paul'den sonra elimizden gelenin en iyisini yaptık, ama en iyimiz bile hiçbir zaman ona yaklaşamadı.

Sevgi arındırır. Acı çekmek hiç kimseyi hiçbir zaman arındırmamıştır; acı çekmek olsa olsa içimizde kendimize yönelik itkileri yeğinleştirir. Buna karşın, her bir sevgi davranışı — ne denli küçük olursa olsun — elimizi kolumuzu bağlayan endişeyi azaltır, bize yarını tattırır, ve korkularımızın boyunduruğunu gevşetir. Sevginin ödülü, erdemden ayrı olarak, kendi ödülü değildir. Sevginin ödülü ruhun barışıdır, ve ruhun barışı insan isteğinin ereğidir.

İdea Yayınevi / 2014